Sayfalar

11 Ocak 2012 Çarşamba

Okuldan nefret ediyorum ama hayatı seviyorum

Bazen dünyadaki en güzel şey erkek arkadaşınızın televizyonu tamir etmesi olabilir. Tüm sınav stresinin yanında çalışan bir televizyon size herşeyi unutturabilir. Ertesi güne sınavınız olmasına rağmen herşeyi unutursunuz. Hayat böyledir işte. Bir iyi bir kötü. Bazen öyle bir an gelir karşınızdaki kişiyi öldüresiye dövmek istersiniz. Karşınızdakinin iki yüzlülüğüne katlanamazsınız ama genede tüm duyularınızı kontrol altına alıp sakince ona gülümsemeye çalışırsınız. Yani bana genelde böyle olur. Sonrasında zaten o kişiye karşı pek birşey hissedilmez. Sadece sıradan biridir sizin için. Yoldan geçen bir insan nasıl size bir şey ifade etmezse buda öyle bir şeydir işte. Hayatımın büyük bir bölümünü kaplayan üniversitede sınavlar, stres, haksızlıklar, not saklamalar, not vermemeler, ben ona not verdim o bana vermedi demeler(ki bende yapıyorum bunu hatta enayi oluyorum çoğu zaman neyse) .... ve bunun gibi bir sürü şey. Bu kadar aptal muhabbetin hala dönmesinin sebebi üniversite sonuna gelinmiş olması mı yoksa gerçek bir hayata başlayacak olmamı bilinmez.Gerçi nedeni ne olursa olsun insanların sadece not için bu kadar değişik olmaları ki değişik diyorum olan şeylerin yanında çok kibar bir kelime gerçek dünyada olabilecekleri açısından çok korkunç gözüküyor.Olan şey birbirini geçmekte değil, o benden yüksek aldı ben düşük aldım onu geçmeliyim de değil, ben en iyisi olmalıyım mantığıyla hareket eden bu jenerasyonun en iyi olma da ki seçtikleri yolların dürüstlükle uzaktan yakından alakası yok. Beni sürekli rahatsız eden bu durumu kendi içinde yedirmek oldukça zor. Bazen anne ve babama kızıyorum bizi niye bu kadar dürüst yetiştirdiler diye. Söylenecek o kadar şey varken susuyor olmak bünyeme aykırı olsa da bazen doyasıya nefreti dile getirmemek için tüm kalkanlarımı kullanıyorum. Not yarışının dışında bambaşka bir dünya olduğu gerçeğini umarım insanlar anlarlar. Benim kimseyi geçmek, birilerinden yüksek not almak gibi bir kaygım yok, çalıştığım kadarını almak bana yeter. Mezun olduktan sonra önümdeki uzun hayatta hayalleri için yaşayacak olan benim. Aynı yerde yarışıyor gibi gözüksekte aslında ben kimsenin rakibi değilim, kimsede benim rakibim değil. Ben kendi hedeflerimi çok zaman önce belirlemiş, o hedefler üzerinde sağlam adımlarla ilerleyen birisiyim. Kendimi enayi olarak adlandırmış olsamda benim yaptığım tek şey iyilikti. Sizin yaptıklarınızı size kalsın. Şu cümleyi yazmak beni çok rahatlatacak sanırsam: Kıçı kırık bir deniz ekoloji notunu insanlardan saklamakla ne yazık ki adam olunmuyor.
Herneyse. Televizyon demiştim. Tüm bu aptal muhabbetlerin yanında hayatımda televizyon tamir oldu diye mutlu olabildiğim insanlar var. O yüzden şanslıyım. Mutluyum. Kendi masalını yazmış ve masal kahramanını bulmuş birisi olarak mutluyum. 



Bu yazıyı neden mi yazdım? Bende bilmiyorum. Sadece insanların suratlarına ne mal olduklarını söylemek yerine bunu yazmayı daha uygun buldum. Arkadan konuşmaktansa bir daha konuşmamak adına. Zavallıların arasından kurtulma isteğinden dolayı yazdım. Nedeni yok yazdım.
Okuldan nefret ediyorum ama hayatı seviyorum.

21 Aralık 2011 Çarşamba

Bu aralar en sevdiğim

Bu aralar en sevdiğim şey gecenin bir yarısı kızlarla toplaşıp ananeden alınmış sofra bezini feyzanın ısparta halısının üzerine serip, birsenin annesinden aldığı ve yurttan sakladığımız elektrikli çaydanlıkla çay demleyip ve bitmek bilmeyen abur cuburları yemek. Bu aralar en sevdiğim ikinci şey bu şeyin yanında halının üstünde oturarak saatlerce muhabbet etmek. Hayata birlikte sövdüğüm, birlikte atarlandığım birlikte katıla katıla güldüğüm -ki nedensiz yere- bu dostlarla birlikte geçirdiğim zamanları da pek seviyorum.Şu an bile bu yazıyı sonlandırmamın tek sebebi havuçlu tarçınlı kekin ve yanında ki çay :)

20 Aralık 2011 Salı

Üniversite Son Sınıf Öğrencisi Olma Sendromu

Üniversite son sınıf öğrencisi olmak mı insanları garipleştiriyor bilemedim. Gerçek hayata atılacak olmak mı bencilleştiriyor kişileri. Çok saçma sapan nedenlerle, gelecek kaygısıyla, anne- baba baskısıyla, bir ilişkide bir olmaktan korkmasıyla en sevdiğinin canını acıtması bundan mıdır?
Üniversite son sınıf öğrencisi olmak mı bunlara sebep olan yoksa büyüdüğünü fark edenlerin ulan ben büyüdüm artık kalp kırabilirim, mantık, aile gibi kavramlarla kendi kendilerine baskı yaratıp tüm dünyanın yükü omzumda hissi midir bilemedim. Bir üniversite öğrencisi son sınıfta ne yaşar neler yaşar diye bir soru sorduğumda kendime, etrafıma baktığımda veya aynaya baktığımda gördüklerim çok ilginç. Kendi kendime yaptığım öz eleştirimden çıkan sonuç ise daha ilginç. İnsanları yargılamaktan uzakta sadece kendisini düşünen birisi olmaya başlamış bir ben görmek çok iğreti geldi. Bugüne kadar savunduğum " bu dünyada sadece ben yokum, başkalarına da saygı duy" düşüncesinin yerini bambaşka şeyler almaya başladı. Sadece bireylere göre davranmak  hak edene hak ettiğini vermek, hak ettiğini göstermek şeklindeki davranışlarımı kendim bile sindiremedim. Ergenlik döneminin ardında girdiğim üniversite son sınıf öğrencisi sendromu bende bu şekilde etkisini gösterirken bir başka grupta aile baskısı, maneviyat tarzı şeylerle bambaşka boyutlara dönüşmeye başladı. Hani herşeyi bıraktım bir kenarı öğrencileri bıktıran bir sistemin karşısında nasıl duracağımızı şaşırmış durumdayız. Birşeyler yapıyoruz, hayallerimiz var ama , amalarımızda var . Ben mesela bulduğum her sınava giriyorum sınav sonuçları hüsran olsa da azmime şaşıyorum hayır vazgeçmek yok diyorum kendime bir hayalin var bunu yapacaksın. Deniyorum, deniyorum kendimi zorluyorum sevdiğim renkleri bir kenara bırakıyorum çalışıyorum ama sadece çalışıyorum. Kendimi kendime kanıtlamak için delicesine çalışıyorum. Sonucu ne olduğunu bilmiyorum ama daha sonuca ulaşmadan ruhumda yan etkilerini görmeye başladım. Kendi kendimi dinlemeye uzun zaman fırsatım olmamış bunu farkettim. Kendimi savaş meydanında gibi hissediyorum. Hani derler ya ekmek aslanın ağzında hepimiz ekmeği almaya çalışıyoruz ama ekmeği almak yerine aslana tekme tokat giriyoruz veya birbirimizle kavga ediyoruz. Böyle düşünceleri olan birileri elbet vardır biz böyle bir kısımız. Üniversite son sınıf öğrencisi olma sendromu çok başka belirtilerde göstermeye başladı. En azından 5 yıl sonrasında konuşulacak konular hayaller bir kenara bırakılıp konuşulmaya başlandı. İnsanlar ne yapmaya çalıştıklarının farkında değiller, başkalarının hayallerinin peşinden koşmaya çalışıyorlar belki bilerek belkide bilmeyerek. Bazılar çok korkak kendinden vazgeçiyor tüm herşeyden kurtulacağanı sanarak. Bir sürü şey var anlayacağınız. Cümleler bile toparlanmıyor. Üniverside son sınıf öğrencisi olmak bir sendrom ve bizler değişik belirtilerini gösteriyoruz. Beyin ölümümüz gerçekleşmeden üniversite bitmeli. . .

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Hayat insanlara görmek istemekleri -belkide canlarını acıtacak- şeyleri, olmaması gerken zamanda, en güçsüz olduğu anda gösteriyor. Geçmişin karanlık yüzü aynaya baktığınızda tam karşınızda duruyor. Hala pişman olmamak işin üzücü kısmı mı bilinmez ama derinlerde bir yerde bir iz bıraktığı kesin. Davanızda haklı olsanız bile bir iz mutlaka var. Bir kırılganlık kalıyor içinizde. Birde anlam vermediğiniz bir yalnızlık tadı geliyor  ağzınıza. Yutkunsanız gitmiyor lanet işte. Su içiyorsunuz, kor gibi yüreğiniz. Belki dindirir diyorsunuz. Pişman değilsiniz ama keşkeler birer birer uçuyor içinizde. Dilinizin ucunda, dışarıya çıkmak için hazır ama durduruyorsunuz kendinizi. Duygularınızı, içinizdekileri birilerinin anlamasını bekliyorsunuz. Ama yanlış. Bazen kendinizi bile şaşırttığınız oluyorken birilerinin sizi anlamasını beklemek ne kadar doğru ki. Yerinizden kalkıyorsunuz. Küçük bir odanın içinde dolanmaya başlıyorsunuz derin nefesler eşliğinde. İçindeki o pişmanlık olmayan ama size keşkeleri birer birer sıralatmaya çalışan insanlığınızı durdurma zamanınızın geldiğini anlıyorsunuz. İyi ama nasıl? Kendi kendinizle konuşmaya başlıyorsunuz. Keşkelerin yerini kurtarıcı kelimeler alıyor. Kime göre neye göre doğruyu veya iyiyi tartışmaya başlıyorsunuz ruhunuzun derinliklerine. Bazı zamanlarda insanlıktan nasibinizi almadığınızı hatırlıyorsunuz. Pişman değilsiniz yinede. Kendinizi soyutlaştırıyorsunuz. Somut olmaktansa soyutluğu tercih ediyorsunuz. Uzun bir çaba, derin bir yalnızlıktan sonra amacınıza ulaşıyorsunuz. Hayat işte. İstemediğniz şeyleri gösteriyor size. Kime zaman gösterdiği bir fotoğraf, kimi zaman ise bir şarkı ve çoğu zamansa aynadaki yorgun ruhunuz. Önceden her fırsatta yaptığınız vazgeçemediğiniz eylem olan ağlamak, biri düğüm boğazınızda keşkelerinizle birlikte. Bir kez daha söylüyorum pişman değilsiniz. Biliyorsunuz. Yaşadığıız tüm dakikalarda hep buna inandınız. Eğer pişman olursanız özgürlüğünüze ihanet edersiniz. Özgürlüktü belki bu soyutluğun sebebi. Bu ayrı bir konu diyorsunuz kendi içinizde ve o gördüğünüz şey aklınıza geliyor. Geçmişi unutarak geleceği yaşamak. Hayatın bize sunduğu güzel şeylerden ama bu güzel şeyi bize sunan hayat beynimizle oyun oynuyor. Unuttuğumuz tüm şeyleri hatırlatacak büyüyü yapıyor beyninize. Yaşamı basitleştirerek daha derin bir hale getiriyorsunuz. Tabikide kolay olmuyor. Bunun bedeli "acı". Bedeli ağır bir şekilde ödetiyorsunuz bedeninize ve ruhunuza. Sonuca gelince iyi mi kötü mü bilmiyorsunuz.Cevaplandıramadığınız sorularla birlikte boğulduğunuzu hissediyorsunuz. Derin nefes almak biraz da olsa rahatlatıyor kor olan yüreğinizi. Soyutlaştırdığınız kendinizin bir dünyası var. Oraya uzanana kapıda geçmek istiyorsunuz ama korkuyorsunuz. Oraya geçmişi götüremezsiniz. Yemin ettiniz bir kere. Kendi yalnızlığında kaybolmakta denir buna , antisosyla bir dünyayı terchi etmekte denir. Kimi zaman tüm bu geçmiş günümüzde insanlardan nefret etmek olarak karşınıza çıkar ne kadar çok canlılığı ve gülümseyi sevsenizde. Çelişkiler korkutur işte sizi. Yapabilceğiniz birşey yoktur. Boşvermekte çare değildir. Egolarınızdan arınmaktır gökyüzüyle. Bir ayindir işte. Somutlardan arınıp soyut olmaktır. Oluruna bırakmaktır. Zaman nefes aldırır. Zaman hayattır. Asla bir dakika öncesine geri dönemezsiniz. Olmuş bitmiştir. Olacak ise pek yakındadır. Pişman değlisinizdir. Elinizden geleni yapmışsınızdır. İnsanlar şöyle insanlar böyle demektense kabullenmeyi öğrenmişsinizdir. Bir tek kendiniz varsınızdır. Kendinizi anlatmayı çok isterseniz. Farklılığınızı göstermeyi çok istersiniz. Hayatı tüm gerçeğiyle yaşarsınız ama tüm bunların hayatta size geri dönüşümü insanların nefreti veya aşalaması olarak geri döner. O yüzden herşeyi olduğu gibi bir kenarı bırakırsınız. Kendiniz olursunuz. Kendini anlatmaya çalışmayan, kendisiyle ve sevgisiyle mutlu olan birisine dönüşürsünüz. Kimi zaman suskun, kimi zaman çekingen, kimi zaman utangaç, kimi zaman heycanlı gibi gibi gibi biri olursunuz. Tüm duyguların sizde bir anlamı vardır. Renkleri seven sıradanlardan olmak yerine renkleri yaşayan sıradışı insanlardan olursunuz kendi içinizde. Ne nefret ederek yaşayabilirsiniz ne de çok severek. ARasıda yoktur bunun. Y a hep ya hiç diye bir kanunuz varsa hele hayat çekinmez bir yerdir ama bir yolunu bulursunuz. Suskunluk ağır gelir ama yaparsınız. Kendinizle konuşursunuz.Hayatın görmek istemeyeceğiniz şeyleri görmeye birgün alışırsınız. Birgün tüm tepkisizliğinizle karşılarsınız. Tüm bu çelişkiler kafanızda olurunu bulur. Kendi yarattığınız bir dünyada istemediklerinize yer yoktur. Var olmaya devam etseler sizin için yoktur. Konuşmaya bile değmez.Tüm somutları bir kenara bırakıp hayatın çirkin yüzüne arkanızı dönerek kırmızı bir kapıdan kendi dünyanıza geçersiniz. Geçmiş geçmiştir.Dün geçti, bugün güzel veya çirkin, yarını bekle.

14 Temmuz 2011 Perşembe

Zamanın gerçekliğinde kaybolmakla başlayan masallar ölüm gerçeği ile sarsılır. Ruh bedenden çıkıp gider özgürlüğüne.Bir gücüm olsaydı bedenler içine sıkışmış ruhları ölümle özgürleştirirdim sözüyle irkilir beyinler.Bitti mi hikayemiz diye devam ederken hayatlar, bir hayat son bulur, bir hayat ise yeniden varolur. Bir ruhun özgürleşmesinin bir başka bedene derin acılar bırakması adil değildir. Tıpkı hayat gibi. Bedenler ruhları özgür kalsın diye ölürler.Ruhun özgür kalması için her zaman bir başka beden bedel öder.Hayatın bizlere sunduğu bu adaletsizliğin içinde adaleti aramaya çalışmak kimi zaman özgürlüğe ihanet etmektir.Yaşamlar neden sonuç ilişkisine bağlıdır.Bir beden ölürken bir ruh özgür kalır. Bir ruh özgür kalırken bir beden bedel öder şeklinde devam eder hayat döngüsü. Canlı yaşamı tür farkı gözetmeden aynı döngüyü içerir özünde.Canlıların her zaman ruhları vardır. Bu ruhlar bir bedene kavuşur ve bedenler ölerek ruhları özgür kılar. Hayatın tüm karmaşıklığı bir kaç sihirli kelimede saklıdır. Ölüm ve yaşam zaman zaman tüm bu karmaşıklığı en basite indirger. Ölüm özgür kalabilmektir. Yaşam ise varoluşu bir bedende canlılık ile somutlaştırmaktır belkide.

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Oturdum gökyüzüne. Ayı seyrediyorum. Ay bana gülümsüyor ve ben hayal kuruyorum. İçimde siyahlar, beyazlar ve şarkılar var. Gökyüzünün utangaç kırmızı bulutları sessiz sessiz yağmuru getiriyor karanlıkta. Gülümseyen ayın önünü utangaç bulutlar kapatıyor.Bugün günlerden ölümsüzlük. Ölümün yanında ve uzağında olmak gibi ayı izlemek. Elini uzatsan tutacakmışsın gibi ay ama bir o kadar da uzak ellerine. Ölüm gibi. Ölümün getirdiği korkuyu yenenler ölümsüz olur diye fısıldıyor kulağıma utangaç bulutlar. Kıpkırmızılar. En sevdiğim kırmızı hemde. Korkmuyorum ki diyorum. Korkmuyorum artık. Sar istersen beni. Titremem bile ölüm soğuğunda. Uzattım ellerimi ölümü bekliyorum. Ölümü beklerken yüzümde bir ıslaklık hissediyorum. Ay ağlıyor diye düşünüyorum. Oysaki utangaç kırmızı bulutlar yıkıyor yağmurlarla ruhumu. Arındırıyorlar ruhumu ölümden. Göz kapaklarım kapanıyor. Ölümün değilde uykunun esiri oluyorum. Bambaşka bir rüyada bambaşka bir dünyada bambaşka bir beni kurtarıyorum karanlıktan. Her rüyada bir parça ben katıyorum kendime. Şarkılar yalan diyorum, ölüm gerçek. Ölümle gerçekleşen şarkılar var diyorum yalanlarla birlikte. Şarkılar.. Evet şarkılar ölümsüz diyorum. Bugün günlerden ölümsüzlük. Ölmesini istemediğim şarkıyı dinliyorum. Utangaç kırmızı bulutlar gibi yüreğime yağmurları getiriyorum. Yağmurlar aydınlatıyor içimi. Yağmur damlaları arasında kayboluyorum. Şarkı, ölümsüzlük, yağmur, ben ve kırmızı var . . .

27 Haziran 2011 Pazartesi

Bir varmış bir yokmuş diye başlayan bir masalım olsun istedim ben. Kendi yarattığım dünyanın resmini sulu boyalarımla yapmak gibi birşeydi bu. İçinde aşık olduğum kahramanım olacaktı. Bense kendi dünyamdaki bir yaşam perisi. Kurduğum renkli hayallerin bir birleşimiydi. İÇinde sevdiğim müzikler vardı. Okuduğum masallardan en sevdiğim cümlelerinden alıntılar vardı.
Bugün soğuk bir yaz günüydü işte. İzmir'de Haziranda üşüyorduk.Sevdiğim şarkıları dinlerken, kendi dünyama geçmeye başladım işte. Kapattım dışarıya açılan kapılarımı. Kendi içimde, kapalı bir kutu. O kutunun içinde renkli bir dünya. Renkleri seviyorum ki. Renkler olmadan hayallerimde olmaz benim. Olamaz!
Değişik bir masal işte benimkisi. Göremeyen gözler için anlamsız, hissedebilien gözler için bir yaşam. Kelimelerin hayat bulması gibi. Hayal kuruyorum. Renklerim var ve renklerim fırçamla değil kalemim ile hayat buluyor. Bunun gibi birşey işte beni hayatım. Bunun gibi birşey işte benim aşkım. Dış dünyaya karşı yaptığım kostümlerimin altındaki bambaşka bir iç dünya. Düşünebilmektende öte ruhunu kelimelerle somutlaştırmaya çalışmaktı masal yazmak.
Bir kahramana ihtiyacım vardı masalımı yazabilmek için. Girdiğim tüm dünyalardan farklı, dokunduğum tüm ruhlardan daha canlı bir kahramana ihtiyacım vardı. Zaman alıp başını gitti benden uzaklara ve onu yitirdiğimde buldum kahramanımı. Zamanın olmadığı bir yerde gerçeklikte kaybolmuş bir periyle duygusuzluğun esir aldığı bir prensin masalıydı kimi zaman. Bir varmış bir yokmuş ile başlayan seni seviyorumla gelişen ve seni özlüyorumla devam eden bir masaldı bu. Kimseye anlatmadığım bir masaldı. İçinde yaşadığım. Gerçekliği olan bir masaldı.Pembe bulutlar üzerinde çikolatadan evlerden, rengarenk şekerden çiçeklerin olduğu bir masaldı.
Şimdi ben bir masal oldum işte. Kahramanımla şiirlere dokunabiliyorken bir masal yazdık.En güzel aşk şarkıları söyledik birbirimize. Kimsenin bilmediği şarkılar yazdım ona.Şarkılar söyledim ona çılgınca.Birer masal olduk biz. Birleştirdik masallarımızı. Renklerimiz birleşti.Uyum içinde dans etmeye başladılar.Seni seviyorumla devam eden masallardı işte bizimkisi. Tıpkı çocukken dinlediğimiz masallardaki mutlu sonlar gibi.Hiç bitmeyen bir masaldı benimkisi. Hep hayal ettiğim masalların "mutlu sonlarını" yaşamayı seçtim. Her son denilen şeyin yepyeni bir başlangıç olduğunu gördüğümde karar verdim masal yazmaya.
Uyku hapı misali benim tatlı masallarım.Çocukluktan kalma en güzel hayallerden biri. Ben bir masal yazdım.Kıpkırmızı bir kapıyla dünyama açılan bir masaldı hemde . . .